30 Mayıs 2011 Pazartesi

Nasreddin Hoca'yı kim öldürdü?

Cemal DemirCemal Demir
Haber7

Nasreddin Hoca'yı kim öldürdü?

Ladin, savaş endüstrisinin altın yumurtlayan tavuğuydu. Öyle ki Bin Ladin öldürülmeden savaş bitirilseydi, bakın ABD halkının sorusu ne olacaktı?



Bin Ladin’in öldürüldüğüne dair haber Obama’ya iletildiğinde ABD’nin doğu yakasında 1 Mayıs Pazar öğle saatleriymiş. Biz birkaç saat sonra duyduk.
Eğer günlerden 1 Nisan olsaydı ve, ‘’10 yıldır bulunması ve öldürülmesi amacıyla 1 milyona yakın kişinin öldürüldüğü Bin Laden öldürüldü, bir iki saat içinde otopsi, DNA testi neyin varsa hepsi tekmilen yapıldı, cesedi denize gömüldü, yandı bitti kül oldu’’ haberini duysaydık, 1 Nisan şakası sanacaktık. Oldukça ‘sürreal’ bir gün yaşadığımız kesin. 
 
ABD’de herkes olayın coşkusunu, dünya ise bu büyük haberin rahatlamayla karışık şaşkınlığını yaşıyor. Ancak duygular yatıştıkça, 10 yıldır sorulan soruların cevapları yerine daha büyük sorularla yüzyüze olduğumuz gerçeği belirginleşiyor. Herkesin Afgan dağlarında sandığı adam, meğer ABD’nin de Pakistan ordu ve istihbaratının da çok rahat ulaşabileceği bir yerdeymiş. Üç tarafı açık, tek tarafı kapalı ve kapısında kocaman bir kilit olan mekanında. Bu mekana,Steven Seagal filmleri tadında bir operasyon hikayesiyle 10 yıllık kanlı ve gizemli bir dosyanın kapanması mümkün mü şimdi?   
 
Nitekim, Nasreddin Hoca’nın torunlarından Yaşar İliksiz Bey, dün sıcağı sıcağına yazdığı yazıda, dedesinin torunu olmanın şanına yakışır şekilde, ‘’Yaşadığınainanmışsanız elbette öldüğüne de inanmak zorundasınız...’’ diye çıkışmış bize... Kazan fıkrasını hala her anlatışımda gülerim de insanlar ‘bu çağda hala kazan fıkrasına gülen var. Hem de kazık kadar yaşa gelmiş’ diye şaşırır. Nasreddin Hocanın ilkokul kitaplarıyla hayatımızdan çıkıp gitmesine asabım fena bozulur.  Onu bizim bu küçük düşürücü ülfetimiz öldürüyor asıl. 
 
Irak’ı kuşa çevirdi
 
Neyse, ben hikayeye döneyim… 11 Eylül’de saldırıya uğrayan ABD hemen Afganistan’da olduğunu bildiği Bin Ladin’i aramaya koyuldu. Ancak, askeri akademide Nasreddin Hoca fıkraları okutulduğu için belki de, ABD Afganistan karanlık gerekçesiyle Ladin Irak’ta aradı. Arama sırasında Irak’ı yerle bir etti. Yüzbinlerce kişinin doğrudan ya da dolaylı ölümüne neden oldu. Bir de ‘’Irak’ı demokratikleştiriyoruz’’ bahanesine sığınıldı. 
 
Hoca yolda bir leylek bulmuş. Hayatında daha önce hiç görmediği bu kuşu alıp evine götürmüş. Uzun gagası ve bacaklarını çok yadırgamış. Tutup bir güzel kesivermiş onları. Sonra da yaptığı işten memnun şekilde karşısına geçip söylenmiş: ‘’Bak şimdi kuşa benzedin!’’ 
 
Irak’ı kuşa çeviren Bush’un kalan 7 yıllık başkanlığı dönemince Bin Ladin adını pek duymadık. Daha doğrusu ‘hedef’  olarak duymadık da ‘bahane’ olarak çok duyduk. 
 
Ladin, savaş endüstrisinin altın yumurtlayan tavuğuydu.

Öyle ki, insanlık tarihinin en muazzam tekonoloji ve istihabarat ağına sahip ABD, 10 yıl boyunca, şeker hastası, belki de diyalize bağlı olacak derecede böbrekleri sorunlu, üstüne tansiyonu düşük 50’li yaşlarındaki birini bulamadı.
Beynimize bu yüklenme yetmezmiş gibi üstüne, bu kişinin, her hangi birini 2-3 ayda yakayı kaptıracak onca hastalığına rağmen, dünyanın en gelişmiş teknoloji ve istihbarat ağından saklandığı mağaralardan, aynı zamanda, son derece sofistike bir terör örgütünü yönettiğine inanmamız istendi. ‘Bir ihtimal daha var, o da sormak mı dersin’ diyen her insan evladına  ‘a ha komplocu, sen kesin aya ayak basma işine de terssin’ yaftası vuran epey gayri Amerikan dünyalının olması da işi kolaylaştırıyor tabii ki…  
 
Yetmedi, adeta yerin yarıldı içine girdi gibi olan bu zengin Suudi teröristin, milyonlarca dolar parasıyla Sudan’dan, Filipinlere, Afganistan’a, Çeçenistan’dan Bosna’ya kadar birçok grup ya da hücreyi finanse ettiğine inanmamız istendi. Amerikan medyası yıllar boyunca Bin Ladin’in 100 milyon dolarlık servetini bu ülkelere göndererek terörizmi ve fundementalizmi desteklediğini kaydetti. Bu derece büyük paraların nasıl olup da hiçbir istihbarat ağına takılmadan seyahat edebildiğini sormadı medya.. Bizim tezgahımıza ise ana akımda komplo zabıtaları el koydu. Bu ‘’sebebnen’’ 10 yıl oldu, Bin Ladin ailesinin servetinin neden bloke edilmediğini de soramadık. 
 
Bin Ladin sadece imajinatif varlığıyla, ABD’nin Irak’ta, Afganistan’da ve daha birçok petrol, maden ‘’neyin’’ olan yerde istediği operasyonu yapmasına uluslararası meşruiyet sağlıyordu. Aynı zamanda, Amerikan halkının da savaşlara çarnaçar destek vermesine yarıyordu. Şimdi hepimiz Amerikan savaş endüstrisinin durup duruken bu altın yumurtlayan tavuğu neden kestiğini merak ediyoruz. Bazıları diyor ki, ‘establishment’ nakite fena halde sıkıştı da ondan kesti bu tavuğu. Bir bakalım; 
 
Ekonomiyi düzeltmenin en iyi yolu savaştır masalı
 
3 vakit evvel ‘Soğuk Savaşı eriten sıcak konuşma’’ bağlığıyla yazdığım yazıda,  İkinci Dünya Savaşında Avrupa’yı ‘kurtaran’ Orgeneral Ayzınhavır’ın 1952 yılından itibaren 8 yıl yönettiği ABD’de başkanlığı Kennedy’e devretmeden 3 gün önce yaptığı konuşmanın yapıbozumunu yapmıştım. Detayları orda kalsın o yazıdan bir bukle seslendirmek isterim: 
 
Eisenhower, veda konuşmasında Amerikalıları, ülkelerini, özgürlüklerini ve demokrasilerini tehdit edebilecek bir düşmana karşı uyarıyordu. Bu ‘potansiyel’ düşman ne Sovyetler ne Çin ne de başka biriydi. ‘’Endüstriyel askeri kompleks’’ dediği, silahlı kuvvetler, Pentagon ve onları donatan silah sanayi üçgenindeki ilişki ağıydı. Bu uyarıyı bir komplo teorisi yazarının değil, bu ilişki ağını ve görünmeyen yüzünü çok iyi bilebilecek konumda parlak bir asker ve şahin bir Başkan’ın yapması, konuşmayı sıradışı yapan en önemli yapan özellik. 
 
Ülkenin askeri harcamalarının ve askeri savaş endüstrisinin devasa boyuta gelmesinin ABD için bile yeni bir tecrübe olduğuna dikkat çeken Ayzınhavır’ın kullandığı ‘military-industrial complex’ ifadesi, sonraki yıllarda silah sanayi – ekonomi – politika ilişkisinin en çok kullanılan kavramlarından biri oldu. 
Ayzınhavır’ın bu konuşmasıyla meşhur ettiği önemli kavramlardan biri ise, ‘unwarranted influence (gayrimeşru tesir)’ ifadesidir.
 
İkinci Dünya Savaşının da etkisiyle ordunun, Amerikan politik, ekonomik ve hatta manevi hayatının merkezine yerleştiğine dikkat çeken Ayzınhavır, ‘’Böyle bir amaçları olsa da olmasa da, askeri sınai kompleksinin devlette gayrimeşru tesir kazanmasına karşı tetikte olmalıyız. Böylesi yersiz bir gücün büyüme potansiyeli var ve bunda ısrar edecek. Bu ittifakın demokratik gelişimimizi ve özgürlüklerimizi tehdit edecek boyuta gelmesine izin vermemeliyiz’’ diyordu. 


Ancak, ekonomide ‘askeri Keynesyan’ bakış altın çağını yaşıyordu. Bu anlayışa göre devletin askeri harcamaları ekonomiyi büyütürdü. Kennedy bile 3 yıllık döneminde bu politikaları sahiplendi. Ta ki Jimmy Carter’a kadar. Carter, tarihçi Michael Sherry’nin ‘’1930’lardan beri savaşın gölgesindeki ABD’’ adlı kitabında anlattığına göre başkanlığına, ‘’Amerika’nın askerileştirilmiş geçmişiyle bağını koparma gayesiyle’’ başladı. Ancak, başkanlığı, etkili ve geniş bir koalisyon karşısında dördüncü yılda suya düştü.
Savaş partisinin bugün bile Carter’a hıncı dinmiş değil. Reagan’ın başkanlığı ise askeri sanayi kompleksin altın yılları oldu. Clinton döneminde sönmeye başlayan ikbal, 11 Eylül’ün ateşinde yeniden parladı. Arjantin’in geçtiğimiz günlerde ölen devlet başkanı Nestor Kirchner, geçen yıl film yönetmeni Oliver Stone ile yaptığı sohbette,  George W. Bush’un Meksika’daki Amerikalar Zirvesi sırasında kendisine, ‘’Ekonomiyi düzeltmenin en iyi yolu savaştır’’ dediğini söylemişti.
 
Sadık bendeleri diyor ki: İmparator çıplak
 
Ancak gel gör ki, koskoca Amerika, savaş partisinin kazanma hırsını daha fazla taşıyamayacak hale geldi. 2008 krizi, ‘imparatorun çıplak’ olduğunu gösterdi. Ve son günlerde, ABD, kendisine hep sadık kalmış küresel ekonominin iki altın çocuğundan iki ciddi fiske yedi. Önce uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu S&P, ABD'nin kredi notu görünümünü ilk defa negatife çevirdi.  
 
Bugüne kadar ABD’nin kredi itibarını sorgulamaya kimse cesaret edemezdi. Finans piyasaları için bir tabuydu. Kredi piyasalarında her zaman yazılmamış gizli bir kural olarak ABD’nin AAA kredi notuna sahip olduğu kabul edilirdi. Muteber bir borçlanıcı olduğundan değil, onun borçlanmasının değerini düşürmek, küresel bir başka krizi tetikleyecek diye korkulurdu. 
 
Demokratlar ve Cumhuriyetçilerin bugünlerde bütçeyi nasıl dengeleyecekleri konusunda anlaşamıyor. Eğer 2 taraf bir iki hafta içinde anlaşamazsa ABD ulusal borçlanma tavanına ulaşmış olacak. Bu ne demek. Devleti idare edebileceği parası kalmayacak demek. Bin Ladin dumanında kaybolmasın diye bird aha diyeyim: Yani koca ABD birkaç hafta içinde iflas edebilir. 
 
AAA notu, bu nota sahip ülkenin borç aldığı parayı zamanı gelince son kuruşuna kadar ödeme garantisine sahip bir potansiyelde olduğu anlamına geliyor. Rusya’nın önde gelen finans uzmanlarından Sergei Shelin’in Gazeta.Ru’da, ‘’ABD örneğinde bu apaçık bir yalandı.’’ diye yazdı.

ABD, finansal olarak Portekiz’den bile berbat durumda. Portekiz’in milli borcu, gayri safi milli hasılasının yüzde 90’ı civarındayken ABD’nin milli borcu iki hafta içinde GSH’nın yüzde 100’üne ulaşacak. Üstüne, ABD’nin yıllık bütçe açığı da Portekiz’den çok kötü. Ama gel gör ki, Portekiz, dünyada kredi aramaya çıktığında eğer borç veren de bulursa, riskin var kardeşim denerek çok yüksek faizle borç veriliyor. ABD kolayca ve düşük faizli borç bulabiliyor. Tabii ki ‘dolar’dan dolayı. Ancak doların güvenilebilirliği de artık şüpheli. Dolar şoku yaşamasının da çok uzak olmadığının işaretleri var. 
 
Shelin’e ve birçoğuna göre dolar balonu patladı patlayacak. ABD’nin finansal hakimiyeti sona erecek. Ve Daily Mail gazetesinin de yazdığı gibi, yakın gelecekte dünyanın her yerindeki finans çevreleri artık güne ABD ekonomisinin son durumu nedir diye bakarak başlamayacak. ABD ekonomisi ile küresel ekonomi arasındaki bağ ana belirleyici olmaktan çıkacak. Tam bu şekilde keskin ifadelerle olmasa da bu kehanete bir başka ABD sadık kuruluşu da katıldı geçen hafta. IMF, 2016 yılında küresel ekonominin liderinin Çin olacağı öngörüsünü açıkladı. 
 
Gücüne güvenen her imparatorluğun akıbetini yaşıyor
 
Tabii ki S&P’nin IMF’in Rus ekonomistlerin vs rakamları değil sadece, ortada bir ‘realite’ var. O da ABD, küresel gücüne güvenerek kendi gerçekliğine ısralı şekilde gözlerini kapadı. Aslında bu gücünün sınırlarına ulaşan tüm imparatorlukların paradoksudur. ‘’Amerikan imparatorluğu 2025 yılında mı çökecek?’’ başlıklı yazıda da bu mevzuyu detaylı paylaşmıştım. 
 
Ekonomi haberlerini dikkatli  okuyanlarınız görmüştür ABD’nin milli borcu  bu yılın başında 14 trilyon dolar sınırını aştı. Ve Hazine Bakanı Geithner’in açıklamasına göre 16 Mayıs gibi de yasal borçlanma yetkisi tavanına ulaşacak. Eğer son iki haftada Demokratlar ve Cumhuriyetçiler, bu tavan ve harcama politikaları konusunda anlaşmayı başaramazsa, ABD resmen ‘müflis devlet’ sınıfına girmiş olacak.  Gerçi Geithner, son anda devreye sokup bu kıyamet saatini Temmuz başına erteletebilecek kötü gün rezervleri olduğunu da söyledi ama ha Mayıs ortası ha Temmuz başı, iflas iflastır. 
 
+18 uyarısı koyacak kadar vahim bir tablo
 
ABD ekonomisinin kara deliğinin muazzam büyüme hızını canlı seyretmek isteyenler, http://www.usdebtclock.org  adresinden an be an borcun, harcın yükselişini takip edebilir. Siteye girdiğinizde karşınıza çıkan +18 uyarısı koyacak kadar vahim bir tablo açıkçası…

ABD’nin şu saniye itibarı ile borç faizi 206 milyar 432 milyon dolar. Şu saniye itibarı ile ülkenin milli borcu 14 trilyon 266 milyar 330 milyon 100 bin dolar. Her Amerikalı şu saniye itibarı ile 46 bin 83 dolar borçlu. 2010 yılında sadece Karayip adaları bankalarına 168 milyar dolar (acaba bu bankalardaki kimin parası), İsviçre bankalarına 107 milyar dolar borcu var. En kötüsü de Çin. 1,5 trilyon dolardan fazla ABD hissesi, senedi, tahvili elinde. 
 
Nasrettin Hoca bir gün birisinden borç almış. Adam borcunu geri istiyormuş Nasrettin Hoca vermiyormuş. Alacaklı birgün yakalamış hocayı, ‘’Seni kadıya şikayet edecem’’ demiş ve etmiş. Sonra da hocanın yanına gelip, ‘’Hadi bakalım hoca efendi kadıya gidelim’’ demiş. Hoca da, ‘’Tamam’’ demiş ‘’ama bu soğukta nasıl gideyim. Sen bana bir tane kürk ver’’ demiş. Adam da çıkartmış en iyi kürkünü hocaya vermiş
Hoca bu kez, ‘’Ben yürüyemem eşek  de ver’’ demiş. Adam çaresiz eşeği de vermiş ve gitmişler kadının karşısına. 
 
Kadı hocaya sormuş;
’’Sen bu adamın parasını niye vermiyosun?’’ Hoca bütün ciddiyetiyle, ‘’Benim borcum yok ona. Bu adam böyledir, şimdi sırtımdaki kürke de sahip çıkar’’. Adam fırlamış yerinden, ‘’Kürk benim değil mi?’’ diye bağırmış. Hoca daha da neşelenerek, ‘’Şimdi altımdaki eşeğe de sahip çıkar’’ demiş. Adam,
’’Eşeği de ben verdim’’ demiş acıklı acıklı. Kadı, tabii ki hocanın haklı olduğuna karar vermiş.
 
Ne tarafa soyunduysan o tarafa dön
 
Çin de mecburen en büyük rakibi ABD’nin üzerine titriyor. Ne yapsın adamlar. Köylünün biri hocaya gelip:
"Abdest almak için soyunup göle girdiğim zaman ne tarafa döneyim" diye sorar. Hocanın cevabı ekonomistlerin kulağına küpedir:

"Ne tarafa soyunduysan o tarafa dön ki, elbiselerini çalmasınlar."
 
’Kardeş Ladin diyordun, alakasız şekilde ABD ekonomisine girdin, hayırdır?’’ diyenler olabilir. Oysa ki alaka daha sıcak, çok uzağa gitmiş olamayız.
 
ABD’de ekonomisinin kıyamet saati bu sene içinde oluşmadı. Petrol ve silah sanayini karun gibi zengin eden politikalar ABD bütçesini ve Amerikalının cebini soyup soğana çeviriyor. ABD’nin Irak ve Afganistan savaşının şu ana kadarki tahmini maliyeti 1,3 trilyon dolar. Hala devam eden Afgan savaşı ABD’ye günde 300 milyon dolara mal oluyor. ABD bütçesinin savunma ve savaşa ayırdığı resmi para şu an itibarıyla 696 milyar dolar. Birkaç sabaha 700 milyar doları bulur. Ayzınhavır’ı yattığı yerde dört dönderecek bir savunma bütçesi. ABD ordusunun sadece askeri bandolarının maliyeti yıllık 317 milyon dolar diyeyim de, bando mızıka her bişey  tam olsun. 
 
Gerçi israf kültürü bu imparatorluğun genlerine kadar işlemiş. Geçenlerde ABD’de yılda 1,2 trilyon dolarlık lüks harcama yapıldığı açıklandı. Bir Hindistan haber sitesinde okudum. Okuyucu yorumlarından biri, ‘Oha, Hindistan’ın yıllık gayri safi milli harcaması kadar’ diyor, güldüm. Adamların sadece lüks giderleri, bizim bütün bir ülke olarak harcadığımız paradan yüzde 20 daha fazla. Gezegen sallanır be, yer küre çatlar be, insaf… 
 
Bin Ladin öldü, yapı paydos!

İşte, ‘Reaganomic’ tabirinin yaratıcılarından Reagan dönemi Hazine Bakan Yardımcısı Paul Craig Roberts de dün ‘sıcağı sıcağına’ merak etmiş ve sormuş Bin Ladin neden öldürülerek 10 yıldır devam eden şova aniden son verildiğini. 
 
Wall Street Journal da dahil birçok medya kurumunda editörlük de yapan Roberts, ‘’Her halde doların dış piyasalardaki tehlikeli düşüşü, artık savaş harcamalarını derhal kesmeyi gerektiriyor.’’ diye yazıyor. ABD Hazine Bakanlığının iki numaralı koltuğunu işgal etmiş Roberts şu iddialı cümleyi de yazabilmiş: ‘’Doların erimesi kırılma noktasına ulaşıncaya kadar, birçok uzmanın yıllar önce öldüğüne inandığı Bin Ladin, savaş umacısı olarak ABD askeri/güvenlik kompleksinin karlarını beslemeye yaradı.’’ Ölmüş adam öldürüldü, yapı paydos edildi iddiasında… 
 
Şimdi ABD, artık rahat şekilde savaştan çekilebilir. Nasrettin Hoca eşeğine binmiş, köy içinde gururlu gururlu dolaşıyormuş. Tam bir köylüsünün yanından geçiyormuş ki dengesini kaybedip düşmüş. Adam başlamış gülmeye. Çalımı bozulan Hoca fena bozulmuş: ‘’Ben inecektim zaten.’’
 
ABD bu savaşı biraz daha bitirmezse bu savaş ABD’yi bitirecek. Bin Ladin öldürülmeden savaş bitirilseydi, ABD halkı, ‘’biz bu trilyonluk  .ku niye yedik’’diye sorabilirdi. İki gündür ortalama Amerikalının zafer sevincine şahitliğimle diyebilirimki, ABD şimdi artık savaşı bitirebilir. Ama, savaşı kesmekle bu borç okyanusuna maya tutturabilir mi göreceğiz. Kimse emin değil, herkeste ‘’ya tutarsa’’ havası var.   
 
Belki de bunların hiçbiri değil, herşey resmi açıklamalardaki gibi cereyan ediyor. 
 
Nasrettin Hoca bir gün yolda giderken yorulmuş, tarlanın kenarındaki ceviz ağacının altında dinlenmek için oturmuş. Tarladaki kabaklara şöyle bir bakınıp ağacın altına uzanmış. Ve sırtüstü uzanıp ağaçtaki cevizleri görünce şöyle söylenmiş:

"Ey Allahım hikmetinden sual olunmaz amma, incecik bitkinin sapında kocaman kabak var, koskocaman ağaçta küçücük ceviz var, bu nasıl iş?". O esnada ağaçtan bir ceviz hocanın kafasına düşüp, ceviz büyüklüğünde şiş yapmış. Hoca acıyla karışık mahcubiyetle bir daha söylenmiş:
"Yarabbim sen en iyisini bilirsin".
 
Tabii ki işin doğrusunu Allah bilir. 

Cemal Demir - Haber 7

Hiç yorum yok: